UNUTMAK VE DUYARSIZLAŞMAK

Unutmak, tıpkı bizi hayatta tutan ve ilk bakışta olumsuz algılanan korku gibi, çok doğal bir zihinsel reflekstir. Bir savunma mekanizmasıdır. Hatta bazen hayatiyeti sürdürebilmenin gereklerinden biri bile olabilir.

Aslında birden fazla unutma nedeninden söz edilebilir ancak bu yazının konusu olan unutma; ya işimize gelmediği için unutmak ya da yeni yaşantılar edindikçe eskinin hatırlanmaması olarak gerçekleşen unutmadır. Burada unutulmak istenecek kadar kötü bir olaydan sözediyoruz , oysa hep hatırlanmak istenen hatırlandıkça kişiyi mutlu eden yaşama sevincini arttıran durumlar da var şüphesiz . Eğer nörolojik belli rahatsızlıklardan sözetmiyorsak aslında unutma dediğimiz şey bir bilgiyi ya da yaşantıyı bilincin üst katmanlarından geriye hatta bilinç altına atmak anlamına gelir.

Bunu bazen bilerek isteyerek o olayı gündemin dışına atarak, orada tutarak, hiç söz etmiyerek başarmaya çalışırız. Çünkü yeniden gündeme geldiğinde canımızı yakacak, yüzleşmekten rahatsız olacağımız, korkacağımız durumları hatırlamak hiç işimize gelmez. Bu bir kaçınma davranışıdır ve yok saymadır. Ancak” o “gerçek yaşanmış olay her neyse aslında hala orada durmaktadır. Herhangi bir vesileyle yeniden ortaya çıkmak için fırsatını kollamaktadır. Bizi psikolojik olarak rahatsız eden kendimize dair halledilmemiş her mesele için de aynı kolay yola başvururuz. Yani bu insanın ezberinde olan, çok erken dönemlerde öğrenilmiş ve geçici de olsa rahatlamamıza neden olan bir kadim bilgidir.

Ancak olay ya da peşpeşe gelen olaylar bizim kişisel alanımızı aşıp kamusal ve sosyal bir mesele olmaya başladığında, vicdanımızla başbaşa kalırız. Buna bağlı olarak algılarımız da değişir. Her ne kadar savunduğumuz bir hayat görüşümüz ve siyasi bir fikrimiz olsa da artık insanlık adına her türlü görüş ve fikrin de üstünde bir duruş sergilemenin gerekli olduğu haller yaşanmaktadır. Yılan dokunmadıkça istediği kadar yaşayabilir mantığı da işlemez. Duyarlı insanlar bunun arkasına sığınamazlar.

Bu aşamada bir de insanın başkasına karşı duyarlı olabilmesi için öncelikle kendi temel ihtiyaçlarını doyurmuş olması gerektiği gerçeği ile de karşılaşırız. Ülkemiz son yıllarda çok üzücü, ezici, unutulması zor haberler ve olaylar içinde varlığını ve de ruh sağlığını korumak durumunda kaldı, hala da kalıyor . Her kötü haberle sarsılıp, kaygılanıyoruz. Ancak daha bu durumu sindiremeden hemen yeni ve bazen öncekinden de sarsıcı bir haberle yüzyüze geliyoruz. Bu, bizim gelişmekte olan ve demokrasiyi tam olarak sindirememiş toplumlarla paylaştığımız ortak kaderimiz. Gündem o kadar hızlı değişiyor ya da sistemli olarak değiştiriliyor ki duyarsızlaşmaya başlamak da kaçınılmaz bir hal alıyor.

Bu belirsizlik ortamında artık kötü gelişmelere beklenen tepkileri ver(e)meyen kişiler belki de en kolay yönetilip yönlendirilecek kitleleri oluşturuyorlar. En yüksek ses ne diyorsa onun dediğini yapıp o doğrultuda davranmak en kolay yol oluveriyor kitleler için. Yani kısacası insanın içindeki doğal eğilim olan unutma refleksi ile bunu çok da güzel yöneten egemen güçler biraraya geldiğinde toplumsal unutkanlık çok kolaylaşabiliyor. Durum buysa ne yapmalı diye bir ayrı başlık atmak gerek bu noktada. Ne yapmalı da bu kadar kolay unutmamalı, duyarlılıklarımızı koruyabilmeli, en temel insanlık hallerimize sahip çıkabilmeli ve de yaşadıklarımızdan dersler çıkarmalıyız?

Toplumsal hafızayı canlı tutmak, bazı yanlışların unutulmasını engellemek hiçbir zaman kin körüklemek anlamına gelmez aksine yaşanılandan ders çıkarmak ve kötü sonuçları irdeliyerek buna sebep olan faktörleri bulmak, zayıf noktalarımızı keşfetmek ve yüzleşmek cesaretini göstermek anlamına gelir.

Bu noktada parmağımız dışarıdakini göstermeden, kendi hatamızı yakalamak ve sorumluluğumuzu üstlenmek, bu çok çetin tedavi sürecinin ilk ve en kıymetli adımı olacaktır.